Merhaba,
Galiba biraz geç kalmışım diye yola koşarak çıktım. Her şeyi bilecek kadar genç değilim, bir yerlerden başlamak istedim.
Çok uzun yıllar sürdürdüğüm profesyonel iş hayatımda, bir süredir intikaları yaşadığıma karar verdim ve plaza ortamından sokağa çıktım. Günde 12 saate yakın çalıştım 23 sene. Her seneyi; bayramlar hafta içine gelsin, bir ülke daha göreyim, daha çok okuyayım, daha çok izleyeyim diye çalınmış zamanlar yaratmakla geçirdim…
Ayrılmaya karar vermek öyle bir günde olmadı, ama yerine bir şey koymak da gerekiyor ya, onu da eşanlı planlamak lazımdı. Bence beyaz yakalı olup her gün kot giyebilmek isteyen herkesin geçtiği bir süreç bu ve biliyorum ki çevremde benden çok var. Belki ben şanslıydım, oğlum büyüdü, eşya bağımlılığım yok, egolarla işim olmadı, plazalarda elinizi sallasanız karşınıza çıkıyor ego, oyy, en çok ondan kaçtım. Ve yeni basit hayatıma hızlıca alıştım. En kötü karar bile karar verememekten iyidir dedim ve ortamımı hazırladım. Hemen son yıllarda gittiğim seyahatlerimde tuttuğum notları çıkardım ve başladım yazmaya. Ve bu blog oluştu, şu an seyahat yazılarımla başlıyorum, bu ilk adım.
Hayatım boyunca kendimi en iyi yazarak ifade ettim. Şimdilerde, teknik geliştirmek için hikaye yazarlığı eğitimlerine devam ediyorum çünkü sayfalar dolusu defterim, orada burada aldığım binlerce not var. Her an yazabilirim, şansıma gözlem yapacak çok ortamım oldu. Herkes benden bankacılık anılarımı beklese de inanın kalemim onları henüz yazamıyor. Şu an üzerinde çalıştığım hikayelerim ve seyahat yazılarım bana fazlasıyla yetiyor. İngilizce ve Almanca’ya ilaveten İtalyanca öğreniyorum, sırf o ülkeyi çok sevdiğim için.
Bloğumda ilk etapta kendi gözümden gittiğim ülkelere yolculuğa çıkarmaya çalıştım sizi. Bir seyahat blogger’ı olduğum iddiasında değilim ama yazılar da fena olmadı. Gitmek istediğiniz ülke eğer benim yazılarımda varsa birebir uygulayabilirsiniz içeriği kendinize, pişman olmayacaksınız. Bir ülke veya şehir görmek, aslında bir kültür görmek, yani insanlarının yaşayışı, yedikleri yemekler, yüzlerindeki ifade, şehrin havası, enerjisi demek. İşte bunları verebilmeye çalıştım.
Peki ben ne severim? Beşiktaş’ı ve futbolu, kitapları, korku filmlerini, eski Türk filmlerini, bazı sanat filmlerini, tiyatroyu, rock, metal ve iyi arabesk müziği, Ege’yi, börek, peynir, avokado ve balık yemeyi, en çok da çayı ve çay seven insanları çok severim. Bir de hava ne kadar soğuksa o gün benim günümdür. Hele de Kadıköy’de isem…
Ne sevmem? Pop müzik, sabun dizi ve filmler, boş kitaplar, bağırarak konuşan insanlar, sıcak ve nemli havalar, kompleksli, laf sokan, ve yüz ifadesi mutsuz tipleri hiç sevmem.
Galiba eski hayatımda Japon veya İskandinav’dım, kendimi bulduğum ve ben burada yaşarım dediğim yerler oldu bu bölgeler. Her iki bölgenin de insanının minimal yaşantısına çok özenir, oralara gittiğimde hafifler, ama yine de döne dolaşa İtalya ve Yunanistan’a gider dururum. Kan çekiyor herhalde,